20070924

6.2. Pisagor, Sarte, Ruslar ve Sıkı Bir Dayak; Hep İyi Gelmiştir
10.04.2005 00:16
tg.a


İlkokulda dayak yiyorduk öğretmenlerimizden, kimilerimiz sınıf arkadaşlarımızdan, bir çokları anne-babalarından, sonra “büyüklerin yanında konuşmamamız gerektiği” öğretiliyordu bizlere. Okul hayatımız boyunca susmayı öğrendik ve arkasından asker olduk işte. Sonra memur yada işçi. Neyse ne. Yüzlerce, binlerce insanı öldürdüler, gerek yoktu, gerek yoktu ve bizler sustuk; kurallar ve kanunlar koyuldu ve biz sustuk. Bizler hazır fikirlerin insanları olduk. Televizyon bize neyi nasıl yapmamız gerektiğini öğretti. Kitap okumanın iyi olduğunu söylediler ve saçmalıkları okuduk yıllarca, best-seller’ları. Onları da okumadı ezici çoğunluk. Sonra üniversite sınavlarına girdik ve birkaç seçenekten birini seçmek zorundaydık, yanıtı onların arasında bulmak zorundaydık. Evet, bir çoklarına göre bir sınav hayat da, kendi tercihlerimizi yapıyoruz ama hayır, kompozisyon sınavı değil bu, çoktan seçmeli yaşıyoruz hayatı! Bir şeyler oluyoruz, erkek, kadın, ibne oluyoruz, güzel veya çirkin, akıllı oluyoruz, ağzımız laf yapıyor mesela veya belki de, müzik zevklerimiz olduğunu iddia ediyoruz, zevkler ve renkler tartışılmaz diyip, mtv izliyoruz farklı saatlerde. Rock, rap yada metal dinliyoruz, yabancı menşeli olduktan sonra her tarz müziği dinleyen insan evlatları.

İnsanlar geldi geçti bu dünyadan, tel yokken bobin’in tüm matematik modellerini koydu ortaya Faraday, bunun ne demek olduğunu bilemezsin. Çanakkale geçilemedi gerçekten, yüz binler öldü bu uğurda. Karıncalar ve kediler, kediler ateşten dilleriyle yaladılar gerçeği, ağaçlar en kadimleri, kediyi kedi yapan merakı ve hareketidir. Sonra ben “başka bir dünya mümkün” dediğimde “ütopya” diye bik bik etti ruhsuz bedenler, boş gözdelikleri. Öğretilere bak, İslam? İlk emir, “oku”. Pisagor ve Sarte. Ruslar, Ruslar da ölür ve Japonlar da öyle, hepsi aynı şekilde ölür, ölürler. Hep sakladılar bunu bizden, yapmamız gerekenin kazanmak olduğu söylendi bize, ama neyi ve nasıl kazanacağımız sırdı. Birbirimize saldırdık, tüm hayvanlar, diğer canlıların bedenlerinde işlerine yarayacak bir şeyler olduğunu bilirler. Azot döngüsü. Birbirimize saldırdık, almaya çalıştık, kazanmak istiyorduk. Güneşin yeniden doğmak için bir sebebi yok!

İcraatlarımız, bir diğerinin kendisinin sandığı mecralara kaydığında, savaştık, iyi niyetimizi çoktan kaybettik ve müşfik davranmıyoruz birbirimize. Sürekli olarak yalan söylüyoruz ve her şeyi yalan olan insan, kendi gerçekliğini bulmaya çalıştığında işi zordur. Düşünme bir eylem sayılmaz çağımızın fikrine göre, eylemden anlaşılan, gidişatı değiştiren şeydir. Arabanın frenine basmak, sigaranın dumanını üflemek yada on iki yaşında bir kız çocuğuna tecavüz etmek eylemdir ama düşünmek öyle değil diyorlar. Öyleyse, tanrıların ağıtını duymazdan gelip öldürmeye devam edelim. Bunun bir zararı yok, kapitalizm yada emperyalizm meselesi değil bu, kimin ne kadar kazandığı meselesi değil bu, sorun olamaz paranın varlığı yokluğu, insan olmanın bir erdem olduğu sanılması sorun ve diğerlerinin insan olduğunun unutulması.

Uyanmaya çalışıyorum, bu sırrı saklamıyorum kendimden ve daha yakınım bedenime ve sonra öleceğim, sıramın gelmesi diyebiliriz buna. Bu arada zihnin sınırlarını eşeliyorum, sistemi yıkmaya çalışıyorum en azından kendimde, egomu dürtüyorum, tahrik ediyorum onu, çirkinleşiyorum ve çirkinleştikçe kendimi yeniyorum. Arzularıma kulak asmıyorum, yatıyorum, sırtüstü ve sonra yüzüstü, biraz daha uyuyorum, çocukluğumu hatırlıyorum, unutmuyorum çocukluğumu, elli sene önce annesinin memesini emip micky mouse’a gülen çocuğun, bugün ırakta binleri öldürmesinin sebebini bulabiliriz belki bu şekilde. Bir yerlere varmamızın önündeki en büyük engel, varılacak bir yer olduğunu sanmamızdır.

Bilmek, düşünmenin gerek şartıdır zannımca ve sonucudur. Bilgi olmadan fikir olmaz doğru bir düsturdur. Bilmek mi gerek düşünmek için yoksa bildiklerim mi engel oluyor düşünebileceklerime. Çok hoşuma gitti bu, sıkı tespit; ikisi de doğrudur. Minik bir paradox yada anlam kayması. Düşündüklerinin hepsinin daha önceden düşünülmüş olmasının sebebi, bir buçuk milyar yıl geç kalmış olmanda gizli. Bunda üzülecek bir şey yok, yani bu anlamda yok. Yoksa birkaç yüz bin yıl önce yaşamış olmak hoş olurdu o ayrı. Okuduğu bir kitaptan bahsederken, cümlesine beni de katarak “bizim de düşündüğümüz şeyler ama işte edebi bir dille anlatmış yani” diyenlerden tiksindim hep. Riyakârlıklarından tiksindim, akılsızlıklarından tiksindim. Bu zavallılığa acıdım, ben de yaptım, aynı hataya ben de düştüm ama anladım. Yenildiğimizi kabul etmemiz çok zordur. Hayatında eve kız atmak, saçlarını jölelemek ve bir bmw’den başka ereği olmayan adama, cahilliğinden bahsedersen kızar sana ama bu onun cahil olduğu gerçeğini değiştirmez ne yazık ki. Siyah giyerek ve etrafa ölü gibi bakıp içerek özgür olunmaz dediğinde elindeki bira şişesini kırıp yürür Alsancak’ın hatunları üzerine. Dayakla başlamış, nefretle şartlandırılmış bir sürüyüz biz.

Üzülme, beynin gençken öğren, çok kitap okumak marifet değil, az okuyup öz okumak da değil, okuduğunu anlamak belki bir şeydir ama okuduğunun ötesine geçemiyorsan okumuş olmanın da bir anlamı yok. Bir ses bandısındır sadece, yarım yamalak bir kayıt, kafanda bir yazar, bir kitap ismi ve gerçekle ve birbirleriyle bağlantılarını yitirmiş cümleler.

Yalnızlığı aramayı bil;
İçindeki nefretini gör;
Kelimeyi çıkar zihninden;
Bir cümlelik söz olmasın aşk.

Hiç yorum yok: