20071102

enterans

bunun blogun başında yer alması gerekiyordu.

"edilmiş tanrılarınız ve siz" dedi pierre, canı sıkılmıştı, işaret arıyordu, bir çarpı mesela, her hangi bir yerde olabilirdi ve kazacaktı bu sefer, ustadan öğrenmişti "meşhur olmanın en iyi yolu kaçmaktır" diyordu o da. "peki ne yapabiliriz o zaman?" diye sordu timour, "yani olasılıklarımız var, var değil mi?", "olasılıklar anam" diye kabaca girdi söze piere "hediye edilmişlerdir ve kimse sana kendisine alabileceğinden iyi bir şey hediye etmez".
god is a dj olabilir ama bir yere kadar. tabii canım.

ortakul


Şimdi ortaokula ilişkin şeyleri hatırlamaya çalışıyorum da, alp'in kazasını hatırlıyorum evet, alçılı kolu ve diş eksiğiydi, trafik kazalarının gerçek olduğunu öğrenmiştim;

sonra ayhan demir miydi, baş müdür muavini, okulun ilk günü kravatsız olduğum için durdurmuştu beni "niye kravatın yok" dedi, "bilmem" demiştim, "senin niye var?" tokat atmıştı bana, hayatımın ilk tokadıydı, ilkokulda örtmen kafamda sopa kırmıştı ama bir tokat olarak ilk... bu pezevengin bir de arabası vardı, skoda, kreç gibi bişeyle boyuyordu onu...
itaat ve disiplin diyordu gözleri, boyun eğmenin gerekliliğini öğrenmiştim;

kızların soyunma odasının camlarını hatırlıyorum, içerden boyanmış olmasına nasıl içerlediğimizi ve o büyük gizemi, içeride tanrısal bir şeyler olduğunu düşünürdüm, bizim soyunduğumuz sınıflardan daha kötü koktuğunu o zamanlar bilmiyordum (halen bilmiyorum yahu sadece tahmin).
kadınların hayatımı karartacağını öğrenmiştim;

serkan'ı hatırlıyorum, basketbol takımına seçilmiştim ben, ama istemiyordum basktbol oynamak, örtmen (düzeltme: o zamanlar hoca olmaya başlamıştı eğitmenler) zorla sokmuştu takıma, sonra bir maç günü, sabah erken gelinecekti ben gelmemiştim, ya uyanamadım ya da uygun şortum yoktu bilmioyorum. 5. ders beden'di, soyunma anında, dersten sonra üzerime çullanmıştı serkan, takım yenilmişti sanırım ve birinin hesap vermesi gerekiyordu, necip vardı onu hatırladım, iriydi o, o olmazdı. kavga etmeyi de bilmiyordum, insana vurmayı hiç... bir ara altıma aldım ama ayırdılar, ayağa kalktık bıraktıkları gibi yine saldırdı, bilmiyorum anımsadığım kadarıyla "tam ben dövecekken ayırıyolardı sora o döver gibi olunca ayırmıyolardı" diye kazımışım aklıma öte yandan pataklamıştı beni muhtemelen, travmatik olabilir... neyse efenim ben dedim, "çok fena kötü benzeticem bu mğngdğmnnın" demiştim aradan zaman geçti unutmuşum, sonra bir baktım okul bitti, "daha iyi oldu" dedim, disipline de veremez hem, heyhat! adam askeri liseye girdi, düğmesi 3 aydan başlıyor, şimdi bekliyorum, hele bir emekli olsun o zaman göstericem gününü...
ve evet, iç acılarına yenik düşenlerin insan erdemlerinden sıyrılabileceğini öğrenmiştim;

elçin'i hiç unutmuyorum, 3 hşeb + 3 kız lisesi 6 yıllık platonik aşkımdı;
kadınlar konusundaki öğretimi perçinledim =)

gamze ve özlem'i anımsayamıyorum, bizim okulda bu kadar güzel hanımlar yoktu...
(iltifat etmeyi başka bir yerde öğrenmiştim)

kısacası (ki bu bile yeterince uzun) o okulda epey bir şey öğrendim, taflan ekimi için topladığım paralarlı zimmetime geçirmekten tutun da, geç kalınan derslere bahane bulma anlarında geliştirdiğim yaratıcılığa kadar bir çok katkısı oldu bana.


  • güncelleme

  • bu yazının tetiği feysbuk bokuydu, çoklu mesajlaşma şeyine aldılar beni ortakullular, sonrasında cücük beyinlinin biri, savaş karşıtı duruş'u kavrayamayıp bir yığın laf etti ve çok öğreticiydi sahiden. okul hayatı falan çok başarılıymış, hep yüksek notlar almış, sonra çok müslüman zekat falan dağıtıyormuş, zengin de öyle işte. sonra benim ne kadar işe yaramaz olduğumdan falan bahsetmiş, bir sürü başka şey, bir tek insan ya da ölebilen herangi başka bir şeyi öldürmenin, 'öldürmüş olmaktan başka ne sebebi olabilir'in yanıtı yoktu kusmuğunun içinde. bu konuda bolca yazayım diye düşündüm başta konu sıkıntısı çekiyorum gibi gelmişti; sonra neyse dedim, galakside yeterince inek boku var, hem daha faydalı, inek boklarını yazayım dedim ben. bir de beynimin bokları var tabii. "güneşi sevmekle başa, gerisi kendiliğinden gelir" bile dedim farkına varmadı ahmaklar.

    20071028


    ama olmuyor böyle, fazla uzağa gittin yine



    kalk ayağa da, perdeni azıcık arala
    bak yeni güne uyandılar yine de
    kanla yıkanmışken okyanuslar

    olabilir;
    iğneleyici sözlerim, canını yakar,
    tüm dünya intikam peşindedir,
    hepsi o dostlarının ruhunu almak derdindedir,
    zaman aleyhine işler,
    işler hep tahmininin aksinde ilerler,
    erkekler ve dahi kadınlar, - biliyorsun senden ne istediklerini-
    istediklerini alana kadar tam da duymak istediklerini söylerler,
    ve
    giderler,
    sonra sen bana aşktan söz edersin,
    "aşıktım ona, ben..."
    ailen senden nefret eder ve istemediğin her şeyi isterler senin adına - tersini bir de elbette-
    öğrenirsin kurallarını bu dünyanın
    farkında değilsindir -umarım-
    ama hoşuna gider bu -acı çektirmek en büyük hazdır-
    ben çekerim acınısı zamanın -elbette ben olmalıydım ya başka kim olacaktı? onlar istediklerini aldı-
    iyi bir insansındır -her anlamda-
    ve öylede kalacaksındır -kararlısın buna-
    iyi şeylerin hayalini kurup,
    kötü şeyleri görmezden gelirsin -seversin bunu da-

    ve arabalarına binmiş içerlerken petrolü binler
    ve canın sıkıldığında
    ve söyleyecek sözün kalmadığında
    ve canın başka bir "şey" istediğinde
    ve zaman akıp giderken
    ve yenilirken sen
    ve yenerken beni
    ve tanrılar kahkahalara boğulurken
    ve büyük oynarken tüm kendini bilmezler
    ve afrika kanarken
    ve bu varoluşun bir parçasıyken sana göre
    ve her saniye birkaç bin tecavüzcü boşalırken
    ve gençler anlarken yiten çocukluğu
    ve yaşlı dediklerin ağlarken yiten gençliğin anılarına
    ve trafik akarken ana caddelerden
    ve ara sokaklardan evet
    ve ben kaşırken kafamı
    ve sen bir sonrakinin böyle olmamasını ümit ederken
    ve bir gece yarısı aniden çalarken telefon
    ve kasaplar eşek satarken
    ve eşek sikerken bir diğeri
    ve pişman olurken bazı şeylere
    ve "asla" pişman olmadığını söylerken bana
    ve andromedayla birleşmeye çalışan gökadamızda dönerken güneşin etrafında deli gibi
    ve tankların içindekiler "ateş serbest" emrine itaat ederken
    ve yüzüne bakmazken o ufaklığın, sahte yalvarışlardan sakınmak için kendini
    ve kağıt mendile ihtiyacın varken üstelik
    ve haçlı yeni bir seferine hazırlanırken ordular
    ve tanrıları aldırmazken buna
    ve garipsenir mutluluklar içindeyken yüzler, binler
    ve kediler, kertenkeleler, portakal ağaçları
    ve sadece onlar tadını çıkarırken güneşin
    ve daktilom çalışırken hala
    ve sadece üç şişe biram kalmışken
    ve çıldırmış orospu çocuklarının dünyasında yapayanlız kalmışken
    ben
    boşver dememeliydin bana!

    ben
    bu lanet erif
    çırpınırken tozutmuş vaziyette
    sarılacak yılan bulamazken hani
    tam da kıvamına gelmişken yani;
    şarkılar
    şiirler
    nesir
    tefrika
    ve kendisiyle yemişken kafayı

    sen
    bana post modernist cümleler kuracam derken inceden çözüyorsun hayatı
    iyi denk geldi galiba
    bende istiyormuşum yani

    aslında tam da bunu diyecektim;
    iyi denk getirdin bebeğim.


    ortalama bir kıyamet
    böyle bir şey olsa gerek



    ne zaman yetecek
    tek başına iyi niyet?
    hakkaniyet
    nereye kadar
    kovalar
    kendini bilmez insanı
    cahiliyetin sancısını
    atamazsın üzerinden
    değişemezsen
    ki zaten
    bilmeden değişemezsin
    ama lütfen bil
    incitiyorsun beni
    kırılgan zeminimi
    zayıfım bu anlamda
    ve bu tarz denemesi
    yoruyor beni
    tırmalıyor zihnimi
    köşe, tezat
    cümlelerin eğimi
    isterik ve bu çabalar
    bu anlamsız
    bu manasız
    acılar ikinci bir ten gibi sarsın bedenimi

    entel avuntusu manifesto
    discovery ayarında protesto
    keşfederken beyninin koridorlarını
    atlıyorsun meşhum çıkış kapısını
    bana göre değil hodri meydan havalar
    tek yermecemi o san'atını pompalar
    istediğim biraz daha fazla şevkat ve
    hadi bana hiç bilmediğim bir şey söyle
    o vakit keserim kucak dansını
    ya da biraz daha denerim şansımı
    işte tam da itişirken biz o anda
    dönene dönene sıkışık kör noktada
    o zaman patlar belki metafor
    ya da bu olur pek bir yalın, pek bir kor
    olmuyor
    çalışmıyor
    bilmiyor
    kimseler neden atar yürekler
    kürdan yok dudaklarda
    sınır yok ki bu uzlamda
    bil; olasılıklar kapanda
    anla!
    niye kızarsın ki bana?
    "tu" desem "kaka" desem

    libido semirtilmiş ne fayda
    kevaşe dostlar
    avlanıyorlar
    yeni bir düş
    yeni bir düşüş
    dostlarım var
    irili ufaklı karıncalar
    bana bakıyorlar
    sessizce isteksizce
    ümitsizce anlayamıyorlar
    yazık
    "ne bu böyle söylediğin
    yaz şarkısı değil türkü değil
    ha?
    ne bu böyle
    şu, gerçek
    bu değil?
    sana ne be adam
    dilediğimiz gibi
    eziliriz bu yollarda
    istediğimiz gibi
    sürünürüz ah ayaklar altında
    eğitildik biz bu medya
    eğitildik biz ekranla
    kadınlar var ekranda
    cazibesi çıplaklığında kadınlar
    alkol var iç alkol'ü
    yumuşat süngerini zihninin
    eğlence var eğlen
    unut gerçeğini kendinin"
    ben de bilirdim
    tanrı olmayı
    kaçmayı
    saklanırken göklerde
    yerdekilere bok atmayı
    yapmadım
    tapmadım
    ve dâhi taptığı kadar bana,
    ona inanmadım
    olmadım
    kul olamadım
    insanda umut var sandım
    yanıldım
    olur mu hiç durur mu
    insanda us
    bulunur mu?
    aranırda sorulur mu
    ölçülüp biçilir mi sanrı
    kaldır
    başın dimdik omuzlar güçlü
    bilirim göstereceksin günümü
    ama n'olur biraz şevkat
    ve biraz daha müşfik ol bana karşı
    sadece olasılıklar dedim
    sözlerimin iğnelemesine değindim
    teninin bu denli ince
    bu denli yumuşak
    delinin biri olduğunu bilmezdim
    şimdi de ben delirdim sanırım
    duvarlara inat notlar almaktayım
    karşında değil yanındayım
    şarkına muhattap olmaktayım
    şimdilik buradayım ve dinle
    ben eski bebek olamam
    kandıramam kendimi
    ihtimalden yürüyorum
    metafiziğine değiniyorum
    aşkın
    savaşın
    ve insanın
    adını arıyorum
    saygı?

    kırılgan bir şeyler var etrafımda,

    eski bir acıdan öğrendiğim,

    tuşlarına piyanonun,

    basarken o meşum parmaklar;




    düşünüyorum da
    fazla ciddiye alıyoruz;
    hayatı,
    aşkları,
    insanları,
    acıları

    farkedebiliyorsundur,
    hepsi aynı delikten çıkıyor
    insan,
    kaç insandan

    ya da

    sen bilirsin;
    deneyebilirsin,
    kimse bilmez ne yaptığını, -bilmesin zaten-

    neye yarar bilmek; zamanın geçtiğini, insanların; fikirlerinin değiştiğini?

    değişmeyen tek şey,
    değişimin kendisidir;
    ya da
    kimbilir,
    belki de;
    değişen her şey;
    hiçbir şeydir

    öyleyse zaman,
    bana acı vermeye;
    acı, kendini tek gerçek ilan etmeye;
    edinimler tüm diğer faydasızlıklarla birlikte beynimde,
    kadınlar tüm diğer elde edilmemişlerle ruhumda,
    becerilerim tüm diğer yapabildiklerimle bencilliğimde,
    eşinmeye devam edecektir

    ve bu konuda söyleyeceğim her şey,
    aslında -ki görünenin ne olduğunu bilmezken aslından bahsetmek komik geliyor bana-
    hiç,
    evet,
    hiç.
    hiç.
    hiç.
    hiç.

    hepsi bu.

    olumsal olasılıklar



    olması beklenilenlerin neler olduğuna karar verirken yeterince dikkatli olup olmadığımız sorusuna olumlu yanıtlar verirken ne denli büyük bir hata içerisinde olduğumuzu anlamadan önce bilmemiz gerekenin olasılık ile olumsallık arasındaki fark olduğunu sanıyorum. tüm bunların ışığında, gbshaw'ın "makul insanlar kendilerini şartlara uydururlar, makul olmayan insanlarsa şartları kendilerine uydurmakta ısrarcıdır, bu bağlamda, gelişim makul olmayan insanlara bağlıdır" kabilinden ettiği sözü anımsayıp, ardından, tGa'nın "olasılıklar hesaplanabilirdir, ancak gelecek hesaplanamaz sanılmaktadır, bu, geleceğin bağlı olduğu parametre sayısının sonsuza yakınsak olmasından başka bir şey değildir" sözünü düşünelim bir.

    biliyor ve bilmiyorum



    içinde sıkıştığımı düşünüyorum ve dediğim gibi, ahmaklar tarafından kandırılmış gibi hissediyorum kendimi. tanrıyla iddialara girmek, ona rağmen kazanacağını düşünmek, sigorta primleri ve sulu yemek gibi kaygıları olan garip insanlar yığını tarafından aldatılmış olmanın ne kadar kötü olduğunu anlatabilmek için ise onların bilmediği, dokunmadığı, kurcalamadığı bir lisan ile işe koyulmak gerektiğini çözüyorum. çarpılacak duvarların varlığı sorun gibi görünse de, hep aşağıda bir yerlerde bir duvar olduğu ümidi -ya da belki de daha iyisi- kaygısı, önceden melek olanların, sırasıyla bebek, okyanus ve buzlu ağızlarıyla sürünen gece korkuları ve olasılık hesaplarının içinde kaybolmuş zavallı gauss gibilerini rahatlatmaya -ya da daha iyisi devam etmeye- zorlayabilir. öyleyse dostlarım, bizlere öğretilmiş aşktan ötesini bilmediğimizi kabul ederek başlayalım işe derim ben. daha iyi önerileri olanlar çıkacak içinizden, bunu biliyorum ve o daha iyi önerilerinizin daha iyilerinin olma ihtimallerini istiyorum. sokağa çıkabilir miyim şimdi? güvenebilir miyim insanlara? yoksa bir kahve ya da votka daha koyup beklemeye devam mı edeyim? yo, sanmıyorum, bunların gerçek insanlar olması (insanlar olması; insanla rol dansı) gerekmiyor, sizlerin, ikinizin, üçüncünüz belki biraz daha gerçek ama olmamız da gerekmiyor
    bitmemiz de,
    duvarlara bile gerek yok tanrıya olduğu kadar.
    kedilere gerek yok
    ısınmaya gerek yok
    cüce
    hızlı
    güzel
    vicdansız
    sıfatlara gerek yok
    uyanıyoruz ya artık
    bize de gerek yok.