20070924

Açıklayayım.

Gezegenimiz, Dünya, Güneş Sisteminin bir gezegeni. Samanyolu galaksisindeyiz, Samanyolu ise Yerel Grup denilen bir yıldızlar grubuna ait. Bu Yerel Grup Süper Kümenin mütevazı bir üyesi, Süper Küme Yerel Grup gibi yüzlerce yıldızlar grubunu kapsıyor. Gözlemlediğimiz evren’in merkezi olarak Süper Kümeyi kabul edersek,

20.000.000.000

20.000.000.000 ışık yılı yarı çapında bir evrene sahibiz. 21.yy.dayız İnsan türüne aitiz. Cevabının, hiçbir önemi olmadığını iddia edebileceğiniz ilk soruyu sormak için fazlasıyla bilgi verdim. Soru: tüm bunlardan nasıl emin olabilirsiniz? Gerçekten dünyada mıyız? Kaçımız dünyanın dışına çıkıp dışarıdan izledi bu gezegeni? Gerçekten bir gezegende miyiz? Peki 21.yy da nereden çıktı? Gerçekten İsa’nın doğumundan bu yana 2005 yıl mı geçti? İnsan’ın ne olduğu sorusu ise çok uzun bir cevap istiyor sanırım ya da fazla kısa.

Bu soruları bir kenara mı bırakalım?

Peki.



Şirketlerimiz var, British Petrol (BP olarak bilinir) ve Shell. Petrol şirketleri, petrol işinde çok para olması için insanları otomobillere aşık ve bağımlı etmek yeterli midir? Ya birileri petrol dışında bir kaynaktan enerji üreten makinelerle otomobil yapmayı denerse? Hmm, onları ortadan kaldırabiliriz öyle mi? Peki

Coca-Cola Company var. Herkes kola sever. Kola içmeyen yoktur. Kaideyi bozamayan o istisnaların genellikle paraları yoktur. Parası olan istisnalar ise alerjik olabilirler, Sosyalist olabilirler, Amerika karşıtı fikirleri benimsemiş olma ihtimalleri de var. Kola’nın insan organizmasında bağımlılık yapıcı etkisi olduğunu bilenlerden bazıları bu sebeple içmiyor. Kitle, bulaşıkçı olarak iş bulamadığı ve Cezanne gibi resim yapamadığı için teselliyi coca-cola’da arıyor Bukowski’ye göre. Süper marketlerin vitrinlerinde, marketlerin panolarında, kamyonların kasalarında, t-shirtlerde, şapkalarda, televizyonda izlediğin tüm yayınların reklam aralarında, yayın esnasında ekranın bir köşesinden içeri giren animasyonlarda, lokantalarda, tüm fast-food lokantalarının mönülerinde, kalemlerde, cetvellerde, okul kantinlerinde, filmlerin içlerinde her yerde coca-cola görüyor ve ambalajı açıldığına çıkan “tıss” sesiyle şartlandırılıyorsun Pavlov Köpekleri misali.

Sorun yok, öyle mi?

öyle mi?

Peki.

Cep telefonlarımız var. Artık hepimizin, birden fazla sıklıkla. Hatırlatma notları yazabiliyor, fotoğraf çekip video kaydı yapabiliyoruz. Sevdiklerimize, onları sevdiğimizi söylemek için, rehberden kim olduklarını hatırlamadığımız bir yığın ismin arasından isimlerini bulup, “YES” tuşuna basıyoruz, bir ya da iki kez çaldıktan sonra “NO” tuşuna basıyoruz. Sizin telefonunuz tek tuş özelliğine sahip öyle mi? Peki.

Tele-ekranlarımız var, her evde, lütfen, tekrar okuyun, her evde, tele-ekran var. Birden fazla bir çoğunda. Dev ekranlıları var. Mağaza vitrinlerinde televizyonlar var. Metro istasyonlarında tele-ekranlar var. Metrolarda da öyle. Vapur iskelelerinde tele-ekranlar var. Bakkallarda teke-ekran var. İşyerlerinde tele-ekranlar var. Her yerde tele-ekranlar var. Akşam vakitlerimizin adı prime-time. Word kelime işlemci programı prime ya da time yazdığımda, prime-time yazdığımda altına kelimenin hatalı olduğuna dair kırmızı çizgi koymuyor. Konuşmayı öğrenmeden önce tele-ekran izlemeye başlıyoruz. Konuşmayı öğrendiğimizde tele-ekran izlemeye devam ediyoruz. Libidomuzu keşfederken tele-ekran izliyoruz, dünyada olan her şeyi tele-ekrandan öğreniyoruz. Ana haber bültenlerini izliyoruz, ayak parmaklarıyla tuttuğu fırça ve jiletle sakal tıraşı olabilen adamı izliyoruz; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ne kadar güçlü olduğunu; Güney Doğuda Kürtlerin yaşadığını, Güney Doğudaki Kürtlerin PKK adında bir örgüt kurduğunu, PKK’nın Güney Doğuda insanları öldürdüğünü, PKK’nın her yerde insanları öldürdüğünü, benzin’e zam yapıldığını çünkü PKK’nın petrol hatlarını sabote ettiğini; Haber bülteninden sonra çok güzel bir Rambo filminin başlayacağını ve muhakkak izlememiz gerektiğini, sakın kaçırmamamızı; Sibel Can’ın çocuklarının LCW’den alış veriş yaparken, ne kadar şirin olduğunu; Tartışma programlarını izliyoruz, tartışmalarda haklı olduğumuzu göstermek için bağırmak ve karşıt fikir sunan her kimse, onun söylediği her şeyin yanlış olduğunu düşünmemiz gerektiğini, tartışmaların asla son bulmayacağını, aralarda izlediğimiz reklamların en doğrusu olduğunu çünkü kimsenin karşı çıkmadığını, tartışılması gereken konunun Türkiye Büyük Millet Meclis’ine alınacak koltukların Ceylan derisiyle kaplanıp kaplanılmaması olduğunu, Yeni Gine Merkezi Hayvanat Bahçesi’ndeki ayıların yavruladığını ve ne kadar da sevimli olduklarını; İnanılmaz OLAY! Konuşan Kediyi! “anne” diyen kediyi, din adamlarımızın kıyamet alameti iddialarını, psikologların(!) “sahibiyle çok yakınlaşan evcil hayvanların, onları taklit ettikleri ve…” açıklamalarını, kadın’ın bu işten nasıl para kazanabilirim diye çırpınışlarını; Tik’li köy’ü, tüm fertlerinin bir tiki olan ve hepsinin birbirlerin “ananskim”, “bacınıskm” diye debelendikleri, olmayan bir şehre bağlı olmayan bir stüdyo köyünü. Sıkıldınız mı? Konuşan kediyi aylarca dinlemiştiniz ama ve “annğnnenğğğğ” den başka ses çıkartmıyordu, neden böyle olduk şimdi? O zaman, kısaca, sizlerin, Tele-Ekran tarafından eğitilmiş, mutlu köleler olduğunuzu, o camda gördükleriniz dışında bir gariplik; fikir; güzellik; mutluluk; hüzün; gerçek tahayyül edemeyeceğiniz düşündüğümü söyleyeyim de bitsin bu bahis. Ooo! Kumanda sizin elinizde öyle mi? Peki.

Kitaplar var, haklısınız. Okullarda da kitap okumamızı söylüyorlar değil mi? Ne kadar güzel. Ne okuyorsunuz, bakayım, hmm, Arkadaş Edinme Kılavuzu, çok güzel. Siz bayım? Kız Tavlama Sanatı mı, vay canına! Ya siz? Da-Vinci şifresi mi, Da-Vinci’yi tanır mıydınız? Tanrı’nın resmini yapmaması gerektiğini söylemişlerdi ona, ayıp oluyormuş. Hmm, demek okumayı seviyorsunuz, peki mesela neden hiç Nietzche okumadınız? Korsan baskısı yok öyle mi? Peki.

Sizce neden hepimiz tarihten nefret ediyoruz? Çok mu sıkıcı? Haklısınız, ne o öyle bir yığın antlaşma falan off! Affınıza sığınarak bir şey sormak istiyorum, şu tarih dedikleri şeyle ilgili olarak. Mesela, şimdi size, 12 eylül desem, bu bir şey ifade eder mi? Yani bana kan, vahşet, katliam, sindirme gibi kelimeleri anımsatıyor da her nedense, belki diyorum size de öyle oluyordur. Nasıl? Siz 11 Eylül ve WTC’yi mi anımsıyorsunuz sadece öyle mi? Peki.

Yani siz şimdi ciğeri beş para etmezler ordusunun bir mensubu olmadığınızı düşünüyorsunuz. Maaş + Sigorta + Prim ve ücretli izinlerinizle son derece mutlusunuz. Hindistan’ın Goa kentindekilerin huzurunu; Spinoza’nın Ölüm Şöleniyle ilgili derslerini; Varoluşumuzun kıymete ve anlama bürünmesi için elimizdeki tek şansın Bilmek olduğunu umursamamayı yeğliyorsunuz. Bu dünyada hayatlarımızı, ruhlarımızı, benliklerimizi hayalarından kavrayıp üzerimize sıçan tanrıların ölümden sonra bizleri cennetlerinde misafir edeceklerini düşünüp rahatlamak dururken, ne diye köleliğimizi sorgulayalım ki diyorsunuz öyle mi? Peki.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

anne:oğlum şu antenle bir oynasana atv çekmiyor.
eggman:atv yi rütük kapamış.
anne:ee necla ablanlarda çekiyordu.
eggman:onların rütüğü bozulmuş.
....gülerler...